Sürdürülebilir Çevre ve Yaşam Dergisi EKOIQ’in,
2017 Mart/Nisan tarihli, 69. sayısındaki Röportaj
Türkiye’de tüketici hakları kavramı henüz hukuk sistemine girmeden, 1990 yılında kurulan Tüketiciyi Koruma Derneği (TükoDer), tüketici haklarının korunması, geliştirilmesi ve tüketicilerin bilinçlenmesi amacıyla faaliyetlerini sürdüren yaklaşık 40 ilde örgütlü bir sivil toplum kuruluşu. Genel Başkanı Haşmet Atahan, Türkiye’de denetleme ve düzenleme konusunda Batı standartlarına uygun son derece iyi çalışmalar yapılmasına karşın tüketicinin ve tüketici örgütlerinin güçlenmesinin önündeki en büyük engelin, demokratik ve katılımcı bir anlayışın yerleşememesi olduğunu söylüyor. Atahan ile tüketici hareketinin kurumsallaşması yönünde attıkları adımları, 1990’lardan bu yana yaşanan değişimleri ve bunun çevre-iklim konuları ile ilişkilerini konuştuk.
Barış DOĞRU, Nevra YARAÇ
-Tüketici haklarının korunması konusunda düzenleyici mekanizmalar yeterli mi Türkiye’de?
– Aslında kamu yönetimi denetleyicilik ve düzenleyicilik görevlerini Batı standartlarına uygun hale getirme ve bu isteklerini hayata geçirme konusunda başarılı. Tüketici haklarının korunması ve geliştirilmesi açısından son derece iyi düzenlemeler getirildi. Hatta bilim insanlarının değerlendirmeleri tüketici haklarının tek bir yasada toplanması ve merkezi olarak düzenlenmesi açısından bazı Batı ülkelerine göre daha iyi şartlarda olduğumuzu gösteriyor. Ama yaşadığımız temel sorun, demokrasi anlayışı ve uygulayışında; kamu yöneticilerinin, denetleyici ve düzenleyici görev ve sorumluluklarını yetine getirirken; o konularla ilgili kurumları ve kuruluşları bir paydaş olarak görmemesi, bilgi ve deneyimlerinden yararlanmayı tercih etmemesi, onların güçlenmesini ve kendisi için bir partner haline gelmesini istememesinde.
Kamu yönetimi kendi çalışmalarını çok daha kolaylaştıracak şekilde sivil toplumun katkılarını almak yerine “her şeyi biz yaparız, her şey bizden sorulur” mantığıyla hareket ediyor. Bu hatalı anlayışa STK’ların da bazı yanlış tutumları neden olmuş olabilir, ama bunların giderilmesinden ve sağlıklı bir iletişim kurulmasından da birinci derecede sorumlu olan yine kamu yöneticileridir. Batı’dan mevzuatın %99’a yakını alınıp yerleştirilmiş ama bu anlayış getirilememiş.
– Batı’daki yaklaşım nasıl tüketici örgütlerine?
– Batı’da tüketici örgütlerinin kamusal bir görev yaptığı kabul edilmiş ve devlet bütçesinden bu örgütlere para ayrılıyor. Belediyeler de kendi bütçelerinden bir pay ayırıyor ve bunlar çok ciddi rakamlar. Uzman kadroları kendi bünyesinde ya da dışarıdan yarı zamanlı çalıştırabilecek finansal kapasitede; merkez binalarının, teknik donanımlarının olduğu, güçlü organizasyonların yapıldığı kurumlar oluşmuş bu sayede. Devlet kendisinin üstlenerek yapacağından çok daha ekonomik bir şekilde bu sorunları birlikte çözme yoluna gitmiş. Bizim de Batı standartlarında karşılıkları bulunan, devletin bütün mekanizmasını içinde barındıran bir tüketici konseyimiz var aslında. 16 bakanlık temsilcisi, 12 devlet kurumu üst düzey temsilcisi, üç büyükşehir belediye, bir belediyeler birliği olmak üzere, dört yerel yönetim temsilcisi; Barolar Birliği, Tabipler Birliği, Eczacılar Birliği, Mühendis Mimar Odaları Birliği, Odalar ve Borsalar Birliği, Bankalar Birliği gibi 15 meslek birliği temsilcisi; yedi işçi, işveren ve memur sendikası temsilcisi ile 20 tüketici örgütü temsilcisi yer alıyor bu oluşumda. Tüketici sorunlarının tartışılması ve çözümler üretilmesini amaçlayan bu konsey aslında çok önemli bir yapı ve bizler bu kurumu çok önemsiyoruz. Ancak ne yazık ki işlevsel durumda değil.
-Neden değil? –Sekretaryası, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen bu yapı -birden çok kez toplanmasına açık bir yasal düzenleme olsa da- senede sadece bir kez toplanıyor. İki toplantı arasında yapılacak iş ve işlemlerle ilgili herhangi bir kurumsal organ yok. Çalışma grupları toplantı gününde oluşturuluyor ama alınan kararların yaptırımı, ilgili kurumlara gönderilmesi ve takibini sağlayacak bir mekanizma da mevcut değil. Bu nedenle, bakanlıkların ve devletin belli başlı kurumlarının temsilcilik düzeyinde katıldığı bu kuruma, tüketici sorunlarının enine boyuna değerlendirildiği, çözüm yollarının arandığı ve kurumlar arasında, eşgüdüm içinde ortak bir çalışma ortamı ve olanağı yaratacak, çözüm üretebilecek bir yönetim/ yürütme organı ihdas edilmelidir. Mayıs ayındaki toplantıda bu yapının yönetim kurulu niteliğinde bir kurumsal yapıya dönüştürülmesi konusunda önerilerimiz olacak.
– Türkiye’de tüketicilerin şikayetlerini bildirme ve takip etmeleriyle ilgili ne tür mekanizmalar var? – Hak ihlalleri söz konusu olduğunda tüketici hakem heyetlerine, tüketici mahkemelerine başvuruluyor. Şikayet başvurusunun ele alınmasının altı ay, bir sene sonraya kalması, burada ciddi bir sorun olduğunu gösteriyor. Ancak burada da sorunun ne olduğu ve nasıl çözülebileceği konusunda bilgili ve deneyim sahibi olan kurumlar olarak yine bizlere danışılmıyor. Şimdi genel müdürlük hakem heyetleri konusunda bir yönetmelik hazırlama sürecinde. Bazı değişiklikler yapıyorlar.
– Peki, TükoDer tüketicileri bilgilendirme anlamında neler yapıyor? – Tüketici dernekleri finansal kaynakları olmadığından tamamen gönüllülük esasıyla çalışıyor. Üyelerin aidatı da genellikle işlemeyen bir mekanizma. Bazı yapılar, tüketici dernekleri görüntüsü altında, sahte tüketici ödülleri vererek bu konuyu bir istismar vesilesi haline getiriyorlar ama biz bu tür çıkarcı uygulamalara karşıyız. Tüzüğümüz gereği ve etik duruşumuz nedeniyle ticari şirketlerle bağ kurmuyoruz. Dolayısıyla ekonomik sürdürülebilirlik konusunda önemli sıkıntılarımız var. TükoDer’in 40’ı aşkın şubesi var. Kamu yararına bir dernek olsak da vergi muafiyeti getirilmemiş. Bütün bunlar da tüketici örgütü olarak güçlenmemize, kurumsallaşmamıza, uzman insanlar çalıştırmamıza önemli ölçüde engel oluyor. Aslında tüketici örgütlerinin hem tüketici haklarını koruma ve geliştirme hem de kendi örgütlenmesini ulusal ve evrensel ölçekte sürdürülebilir hale getirme gibi ciddi bir gündem maddesi var. Şu anda dört federasyonumuz var; resmi kayıtlara göre 600’ün üzerinde tüketici derneği bulunuyor ama fiilen çalışan 50’yi aşmıyor. Bunların içinde etkin olanların sayısı iki elin parmaklarını ancak geçer. Derneğimiz şube ve üye sayısı itibarıyla en etkin dernek. Şimdi konfederasyonlaşmaya çalışıyoruz. Bu çerçevede “Türkiye Tüketici Hareketi” adı altında bir platform oluşturuldu ve dönem sözcüsü olarak da, beni görevlendirdiler. Hedef, önce ulusal ölçekte merkezi bir yapılanma ve değer olmak, ardından da uluslararası planda bunun yansımasını sağlayacak şekilde gelişmek.
Bir de “Tüketici Güçleniyor” projenizden bahsedebilir misiniz? Neler yapıldı bugüne dek?
AB’den ve AB Bakanlığı’nın oluşturduğu fondan yararlanarak bu projeyi yürüttük. Türkiye’de üç seminer düzenledik. Bir fuar etkinliğimiz oldu, fuarda, binlerce tüketiciyle muhatap olarak onlara tüketici bilincini aktarmaya çalıştık. İstanbul Kitap Fuarı’nda binlerce bildiri, broşür dağıttık; röportajlar ve bir anket çalışması yaptık. Alo 174 ve Alo 175 nedir diye sorduk. Alo 175 Gümrük ve Ticaret Müdürlüğü’ne bağlı, ALO 174 ise Gıda Bakanlığı’na bağlı tüketici danışma ve şikayet hatları. Ancak vatandaşların %99’u bunları bilmiyor. Projenin öncelikli ayağı olarak yurtdışında incelemeler yaptık, oradaki kamu yöneticileriyle görüştük. Almanya’da Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulmuş tüketici organizasyonun birinci derecede yetkili kamu yöneticileriyle görüştüğümüz zaman, Türkiye’de kamu yönetiminin kamusal yarar sağladığımızı kabul etmediğini ve bizi bir paydaş olarak görmediğini anlatamadık onlara. Örneğin, başkasının çaldığı elektriklerin bedelinin faturalara yansıtılıp normal vatandaşlardan tahsil edilmesini bir türlü anlatamadık. Böyle bir şeyi akılları almıyor. Orada kamu yönetimi, tüketici örgütleriyle birlikte yol almayı temel ilke olarak belirlemiş ve ortak projeler yapıyorlar.
Şu anda AB bünyesinde bir entegrasyon süreci yaşanıyor. Piyasa gözetimi ve denetimine yönelik bütün ülkelerde standardizasyonun sağlanması ve ürün güvenliği konusunda yapılan hak ihlallerinin merkezi bir veritabanında toplanmasına yönelik AB’nin bir yönergesi var.
Bu bir direktif haline getirilerek bir süre sonra bütün AB ülkelerinde mecbur kılınacak. Almanya’da dijital bir veritabanı oluşturulması konusunda oradaki tüketici örgütleri federasyonuyla birlikte çalışılmış ve 9 milyon euro sadece bu proje için tahsis edilmiş. Uluslararası alanda yapılanları görmek bizim için önemli bir deneyim oldu. Proje kapsamında semineler tamamlandı, şu an bütün tüketici örgütlerinin ortak yayını haline getirmeyi amaçladığımız bir web sitesi üzerinde çalışıyoruz.Tüketicilerin şikayette bulunabileceği, doğrudan bilgi alabileceği bir merkez haline gelecek bu site. – Türkiye’de tüketici bilinci hakkında neler söylersiniz? Önemli bir güç potansiyeli barındırıyor mu? – Tüketici hak ihlallerine karşı hak arama yollarını kullanma konusunda geçtiğimiz yıllara göre çok ciddi bir ivme kazanmış durumda. Tüketici Hakem Heyetlerine şikayet başvuruları çerçevesinde yıllık seyir dikkate alındığında bu durum çok somut görünüyor.
Tüketicinin haklarını koruyabilecek hale gelmesinin yolu, yaptığı şikayetlerden netice alınabileceğini görmesinden geçiyor. Bu bakımdan tüketici hakem heyetleri çok önemli bir işlev gördü. İlk yıllarda 5-10 bin olan sayı şimdi milyonlarla ifade edilebilecek boyuta geldi. Tüketici örgütleri de tüketicinin sorunlarına cevap verebilme konusunda kapasitelerini geliştirmek zorunda. Bunun için de ciddi bir yapılanmaya ve kurumsallaşmaya ihtiyacı var.
Burada yine iş, finansal boyuta geliyor “Nasıl ki bankalar kendi aralarında bir mekanizma oluşturarak her tüketici için kredi notu ve kara liste oluşturmuşlar, o listedeki kişilere kredi ya da kredi kartı vermiyorlar, bizim de benzerini yapmamız gerekiyor. Tüketicilerin üreticilerin kredi notunu oluşturduğu bir mekanizma oluşturmak lazım”
Dolayısıyla bir yandan merkezi bir yapılanma oluşturmaya çalışırken, bir yandan da tüketicilere dönük hizmet veren, aynı zamanda kapasitesini geliştirebilecek şekilde kaynaklarını kendi içinden sağlayacak mekanizmalar oluşturma çabasındayız. Somut bir örnek vermek gerekirse, Almanya’da tüketici derneklerinin çıkardığı bir ürün testi dergisi var. Alman devletinin 10 milyon euro tahsis ettiği bir vakıf kurulmuş; sonrasında kendi içindeki mekanizmalarla ayakta durabilecek hale gelmiş bu vakıf. Şu anda 1 milyonun üzerinde dergi satılıyor.
Dergiler belli dönemlerde tematik olarak çıkarılıyor. Kendisi test yapıyor ve sonuçlarını yayınlıyor.
Tüketici de onun otorite olduğunu kabul etmiş ve bedelini ödeyerek o dergiyi satın alıyor. Türkiye’de de bu tür araçlar oluşturmak lazım. Eğitimle ilgili olarak da ilkokuldan üniversiteye kadar tüketici bilincini verecek çalışmalar yapılması gerek. Bunun için, önümüzdeki dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’na ortak bir çalışma yapma konusunda başvuruda bulunacağız.
– Sosyal medya, bir yandan tüketicinin gücünü ortaya koyabildiği, bir yandan da sürekli ürün reklamlarıyla karşı karşıya kaldığı, yanıltılabildiği bir mecra. Bu noktada iyi ile kötüyü ayırt etmek nasıl mümkün olabilir tüketici açısından? – İki açıdan bakmak lazım. Birincisi, gerçekten yanıltıcı, aldatıcı reklamları giderecek bir politikada otorite olabilmek gerekiyor. İkincisi, ürün güvenliğine aykırı yapılacak üretimlerin kasıtlı bir yönlendirmeyle tüketiciyi yanıltacak şekilde kullanılmasını önleyen, bu standartlara aykırı ürünleri teşhir edebilecek bir otoriteye ihtiyaç var. Bu aynı zamanda sağlıklı ürünleri koruyacak ve teşvik edecektir. Nasıl ki bankalar kendi aralarında bir mekanizma oluşturarak her tüketici için kredi notu ve kara liste oluşturmuşlar, o listedeki kişilere kredi ya da kredi kartı vermiyorlar, bizim de benzerini yapmamız gerekiyor. Tüketicilerin üreticilerin kredi notunu oluşturduğu bir mekanizma oluşturmak lazım. İşte o zaman tüketici hakları konusunda caydırıcılıktan söz edebileceğiz. Tüketiciler için bir cazibe merkezi olan tüketici hareketi, ayıplı mal üretenler açısından da caydırıcı bir merkez haline gelecek.
Tüketici ilk aşamada kişisel kaygılarla ürünlerin “bozuk” olmasından şikayet ederken, ikinci aşamada gezegene dair kaygılarla “bu ürün çalışıyor ama uluslararası standartlar açısından içeriğinde bunlar yer almamalı ya da üretimlerindeki emisyon miktarı diğer ürüne göre daha yüksek” gibi şikayetlerde veya tercihlerde bulunmalı artık…
Tüketici hareketi farklı bir boyuta evrildi ister istemez. Bizim derneğimiz 1990 yılında, tüketici yasası çıkmadan önce kurulduk. Tüketici örgütlerinin hızla güçlendiği ve çok başvurunun olduğu “tencere-tava” süreci aşıldı. Bu gibi sorunların çözümüne dönük mekanizmalar oluşturuldu. Şimdi tüketici örgütleri olarak biz sıçrama yapmak, olayı çevre sorunlarıyla birlikte ele alan bir kulvara girmek zorundayız. Artık tüketici sorunları çevre, iklim sorunlarından ayrı değerlendirilemeyecek boyuta gelmiş durumda.
Bunun sürdürülebilir bir yapıda planlanmasına dönük projeler ortaya koyabilecek, alternatif önerilerle tüketicileri yönlendirebilecek bir döneme geçilmesi gerekiyor. Biz de bugün bunu kurumsallaştırmaya çalışıyoruz.
Tüketici bilinci arttıkça, tüketiciler kendi haklarına sahip çıktıkça, giderek tüketici örgütlerine üye olarak, aktif görev ve sorumluluk alarak vatandaşlık görevini yaptıkça; daha yaşanabilir bir dünyaya; insana, çevreye saygılı, doğayla uyum içinde, yaşamı sürdürülebilir kılacak bir dünyaya yelken açacağımıza inanıyoruz.